Türkiye ve Yunanistan arasındaki ikili ilişkiler iki faktörden etkilenmektedir: Bunlardan temel olanı tarihsel ve ideolojik bir boyuta sahiptir; diğeri ise konjonktüreldir veya geçici ruh hallerine ve/veya kısa vadeli siyasi çıkarlara dayanmaktadır. Her iki durumda da resmi argüman her zaman her ülkenin “ulusal çıkarı “dır. İlk faktör geçmiş ve bugünle ilgili şikayetlerle, ikincisi ise gelecekle ilgili korku ve ıstırapla ve karşılıklı güvensizlikle yüklüdür.
Her ülkenin liderleri doğal olarak bir rol oynamaktadır, ancak bu ikincildir. Son birkaç on yıldır arenada fikir sahibi politikacıların ortaya çıkmasına rağmen, bunların rolü belirleyici olmamıştır. Bu tür bir durum donmuş çatışma olarak adlandırılır.
Türkiye’de yakın zamanda meydana gelen depremler ilişkilerin düzeleceğine dair umutları arttırmış olsa da geçmişte yaşanan hayal kırıklıkları bazı çekinceleri beraberinde getirmektedir. Her iki ülkede yaklaşan genel seçimlerin de yeni yönelimleri tetiklemesi muhtemel. Ne öngörülebilir ve ne kadar iyimser olunabilir?
Türkiye, cumhuriyet tarihinde ilk kez birçok ülkeyle ilişkilerini germiştir: komşuları Ermenistan, Irak, Suriye, Kıbrıs, İsrail, Mısır ve Yunanistan’ın yanı sıra ABD, Fransa, Finlandiya, İsveç ve genel olarak NATO ve AB ile. Tüm bu ülkeler arasında Yunanistan’ın Türkiye ile ilişkilerini geliştiren ilk ülke olma ihtimali nedir? Türkiye ve Yunanistan’ın, Türkiye ve “dünya” arasındaki genel yakınlaşmanın bir parçası olarak ikili ilişkileri geliştirmesi daha gerçekçi. Yunanistan ile Türkiye arasındaki spesifik sorunların çözümünü beklemek yerine, Türk dış politikasında genel anlamda bir değişikliğe gidilmesi Yunanistan ile olan sorunlarına daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır.
Türkiye’de son on yılda değişen ve Yunanistan-Türkiye ilişkilerine de yansıyan şey, Yunanistan ile Türkiye arasındaki olağan gerilim halinin R.T. Erdoğan için bir “beka rejimi” politikasına dönüşmüş olmasıdır. Popülist “dış tehdit” ve “düşman” söylemi, seçmen kitlesini “güçlü bir lider” etrafında birleştirmek için araçsallaştırıldı. Erdoğan’ın asıl hedefi, ulusal çıkarlar için en iyi olanın ne olduğundan ziyade bu “çözümsüzlük” hali olabilir.
Ancak Türkiye son dönemde başta İsrail ve Mısır olmak üzere bazı “düşmanlarıyla” gerilimi azaltma yönünde bazı adımlar attı. Depremler bu çabaları hızlandırmışa benziyor. Örneğin, Yunan ve Türk dışişleri bakanları dostluk mesajları verdiler. Ege üzerinde artık daha az Türk uçağı uçuyor. Son iki yıldır izleyicilerine Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı “olası” savaşı nasıl kaybedeceğini anlatan Türk televizyon analistleri kitle iletişim araçlarından kayboldular.
İki gelişme biraz iyimserlik yaratıyor. Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları ne olursa olsun, kazananlarının en azından bir süreliğine bir “düşmana” ihtiyacı kalmayacak. Aksine, barış ve güvenlik hissi özellikle Türk ekonomisi için daha avantajlı olacaktır. İkinci olarak, baskı politikası etkili olmamıştır: Yunanistan, ABD ile askeri işbirliğini ve savunma harcamalarını büyük ölçüde arttırarak buna karşılık verdi.
Kötümserler, ikili anlaşmazlıkların çözümünün uzlaşma gerektirdiğine ve bunun da son yıllarda Yunanistan’da ve özellikle Türkiye’de hiçbir siyasi veya sosyal alanda görülmediğine dikkat çekecektir. Tavizler her iki toplumda da ihanet olarak algılanıyor ve bu da kördüğümü aşacak bir anlaşmaya yönelik her türlü adımı neredeyse engelliyor.
Kısacası, şu anda umut edebileceğimiz en iyi şey, daha ılımlı ve kontrollü dondurulmuş çatışmalara, yani her zamanki gibi iş dünyasına geri dönmek. Tüm bunlar, Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin öngörülemeyen sonuçlara yol açacak anayasaya aykırı gelişmeleri tetiklememesi umuduna dayanıyor.
Yukarıda ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.