Geçtiğimiz Pazar ve Pazartesi, – uzun bir gün, gece ve sabahın erken saatlerinden sonra – Yüksek Seçim Kurulu (YSK) zorlu geçen cumhurbaşkanlığı seçiminin 28 Mayıs’ta ikinci tura kalacağını açıkladı. Ne görevdeki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ne de baş rakibi Kemal Kılıçdaroğlu oyların yüzde 50’sinden fazlasını alabildi; bu yüzden her şeyi yeniden yapacaklar.
İhtimal, Erdoğan’ın ileriye dönük avantaja sahip olduğu ve yirmi yıllık liderliğini beş yıl daha uzatacağı yönünde.
Çok sayıda profesyonel Türkiye gözlemcisine göre bunun böyle olmaması gerekiyordu. Bazılarının “Türkiye’nin Gandi’si” olarak adlandırdığı bu kişinin – sosyal demokratlar, milliyetçiler, teknokratlar ve İslamcılardan oluşan farklı bir koalisyona liderlik ederek – Türkiye’nin ekonomisini ve demokrasisini batıran Erdoğan’ı yenmiş olması gerekiyordu.
Twitter dünyasında birkaç yalnız ses, bu mantıksız coşkuya karşı uyarılarda bulundu durdu, fakat Kılıçdaroğlu koalisyonunun önde gelen bir üyesi olan İyi Partili Meral Akşener’in, Kılıçdaroğlu’nun kazanamayacağını düşündüğü için kısa bir süreliğine partiden ayrılmasından sonra bile bu uyarılar kulak ardı edildi. (Şimdi daha fazla insan Akşener’e kulak vermeli.)
Hatalar bir yana, seçim tahminlerinin tutmaması trajik sonuçlar doğurmadı. Oysa Türkiye hakkında fikir sahibi olması gereken birçok kişi Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı yenebileceği yönünde bir beklenti yaratmıştı. Bu hatanın bedelini ödetmeye gerek yok, ancak kimse bu fırsatı değerlendirmezse söz konusu hata daha da büyür. Analistler ancak hatalarından dolayı kendilerini sorumlu tutarlarsa, politika yapıcılar, gazeteciler ve kamuoyu için dünyayı daha iyi yorumlamaları beklenir.
Peki, ne oldu? Anketlere çok fazla odaklanıldı, Twitter’da çok fazla geyik ve çok fazla amigoluk yapıldı. Erdoğan’ın avantajlarına ve Kılıçdaroğlu’nun zayıflıklarına çok az dikkat edildi.
Yirmi yıldır görevde olan Cumhurbaşkanı devletin gücünü araçsallaştırabilir, yandaş medya ortamından yararlanabilir ve kimlik siyaseti açısından güçlü ve ayrıştırıcı mesajlarla Türkiyelileri birbirine düşürebilirdi.
Aslında onca zorluğa rağmen bu kadar başarılı olması Kılıçdaroğlu için bir övgüdür; Türkiye uzmanları arasında bu pek tercih bulmadı. Bunun ötesine geçerek, Kılıçdaroğlu’nun kazanmak için iyi bir konumda olduğu fikri üzerinde durdular.
“Deneyimli” politika yorumcularının Kılıçdaroğlu’nun zaferinin sadece mümkün değil, Pazar günkü oylamanın en muhtemel sonucu olduğu yönündeki sayısız köşe yazısı, makale, podcast ve televizyon bölümlerinde bu bakış açısı açıkça görülüyordu.
Örneğin, Medyascope Türkiye’de internet üzerinden yayın yapan ve bağımsızlık iddiasındaki bir televizyon kuruluşu; ancak seçimlerden bir süre önce eleştirel bakış açısını kaybetmişti. Türkiye’nin tanınmış analistlerinin yer aldığı çeşitli programlarında Kılıçdaroğlu’nun bir sonraki cumhurbaşkanı olduğunu ilan eden yayınlar yapmakla meşguldüler.
Hepimiz bazen hata yapıyoruz, fakat uzmanların sunduğu Kılıçdaroğlu yanlısı, hatalı analizler kadar rahatsız edici olan şey, temkinli gözlemcileri kötümser olarak görme ve göstermeleriydi.
Kılıçdaroğlu’nun zaferine kesin olarak ikna olmadığını söyleyen , özellikle de Türk ya da Türkiye kökenli olan yorumcular, ya bilgisiz oldukları ya da Erdoğan yanlısı bir gündem izledikleri gerekçesiyle reddedildiler.
Oysa Pazar günkü seçimlere temkinli yaklaşanlar, bunu kötü niyetlerinden değil, otoriterlerin genellikle dirençli olduklarının farkında olduklarından yaptılar. Erdoğan iktidarda kalmak için her şeyi yapabileceğini kanıtladı ve görüldüğü gibi muhalefet zafer yolunda önemli engellerle karşılaştı.
İkinci tura girilirken – ve daha genel anlamda ileriye dönük olarak – Türkiye’yi izleyenlerin uyması ve uygulaması gereken bazı temel kurallar var.
Birincisi, umut analiz değildir.
Donald Trump’ın kazanamayacağını söyleyen pek çok yorumcu gibi, Kılıçdaroğlu’nun kazanacağına inanan analistler de sadece kendi önyargı ve inançlarının analizlerini şekillendirmesine izin veriyorlardı.
Olaylara sadece okumak istediğini okuyarak bakmak büyük bir yanlışlıktır; bu yüzden uzmanların algı dünyalarını meslektaşları, arkadaşları ve ailelerinden oluşan eş dost çevresinin ötesine genişletmeleri gerekir.
İkincisi, kamuoyu yoklamaları gitgide daha güvenilmez hale geliyor.
Seçimden önceki haftalarda çoğu anket Kılıçdaroğlu’nu önemli bir farkla önde gösteriyordu. Hükümet ve Erdoğan kirli oyun oynamış olsa bile bunun yanlışlığı ortaya çıktı.
Üçüncüsü, cüzdan meseleleri önemli ama kimlik daha önemli olabilir.
Bu tartışmalı bir konu. Çünkü seçimler genellikle insanların kendilerini daha iyi durumda hissedip hissetmediklerine göre çerçevelenir, bu da insanların ekonomik çıkarlarına göre oy verdiklerini düşündürür.
Ama bunun doğru olmadığını biliyoruz. Belki de soruyu değiştirmeli ya da insanların soruya nasıl ve neden cevap verdiğine dair anlayış alanımızı genişletmeliyiz.
Bir seçmenin veya seçmenlerin cüzdanlarında daha az para olabilir, ama dindar Müslümanlar olarak Erdoğan’ın politikaları nedeniyle kendilerini daha güvende hissediyor olabilirler. Bu açıdan, eskisinden çok daha iyi durumda olabilirler.
Son olarak, Twitter’da “kalabalıkların bilgeliği” diye bir şey yoktur.
Çünkü platform – ya da herhangi bir kişinin hesabına yansıyan görüşler – göründüğü ve sanıldığı kadar çeşitlilik ya da farklılık arz etmez.
Çok sayıda oy pusulasının sayılıp sayılmadığı ve Erdoğan’ın ikinci tura kalmak için devleti kendi lehine nasıl kullandığı konusunda ciddi soru işaretleri var.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) oylama yönetiminin “şeffaflıktan yoksun” olduğu sonucuna vardı ve oylama öncesinde hem medyanın önyargılarını hem de “ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamaları” eleştirdi.
Tüm bunlar şüphesiz doğru.
Fakat Türkiye’deki hikayenin tamamı da bundan ibaret değil. Kötü ekonomik koşullara, yıkıcı bir depreme ve canlanan bir muhalefete rağmen Erdoğan popülerliğini koruyor ve onun dindarlık, iktidar ve refahla ilgili mesajı yankı bulmaya devam ediyor.
Bu faktörleri anlamak ve Pazar günkü sonuca yol açan siyasi dinamiklere ilişkin kolektif anlayışımıza dahil etmekte fayda var. Aksini yapmak, toplumumuza ve Türkiye ile ilgili her konuda bilgelik için bize başvuran insanlara kötülük etmek olur.
Durum değerlendirmesi yapmadan hiçbir şey öğrenemeyiz ve eğer bu olaydan ders çıkarmazsak, sadece Twitter’da fikir sarfeden insanlar olarak kalırız.
_____
Bu yazı Foreign Policy dergisinden çevrilerek aktarıldı. Tamamına buradan ulaşabilirsiniz.