14 Mayıs 2023 milâttır, üzerine kitaplar, tezler yazılacak. Zira adına Türkiye denilen memleket ve yakın uzak coğrafyası için muazzam bir altüst oluşun yaşandığı ve artçılarının onyıllar süreceği bir gündü 14 Mayıs. Çokbilmiş “uzman” gürûhunun utanmadan “Türk demokrasisi” olarak nitelemekte ısrar ettiği heyula için naçizâne birkaç gözlem…
Her şeyden önce, perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. 2013 sonrası totaliterleşme döneminde şunlar ısrarla ve defalarca yazıldı.
Beş yıl önce 13 Ocak 2018’de Ahval’de:
“İnsanların ‘neden bu hâle geldik’ ve ‘nasıl bir yönetim istiyoruz’ konularında düşünmeye niyeti yok, mecali de yok. Bir seçim mucizesiyle sorunların çözülebileceği, mazideki güzel günlere dönüleceği, muazzam boyutlardaki kurumsal yıkımın ve toplumsal çürümenin hızla düzeleceği kanaati yaygın…
Ve öyle büyük bir çaresizlik hâkim ki Erdoğan’ın yerine kim olursa olsun oy vermeye razı yığınlar var. Erdoğan karşıtlığı tek başına bir siyaset olabilirmişçesine…
Ne yüzyıllık ahlakî çöküşten, ne toplumun en az yarısının neden faşizmi arzuladığından, ne Kürt meselesinin çözümünden, ne AB fırsatının geri gelmeyecek şekilde kaçtığından, ne doğa-insan-hayvan-kent-kültür üzerindeki muazzam baskı ve tahribattan, ne yeni toplumsal kontratın ne olacağından bahseden var.
Buna mukabil mütemadiyen umudu kaybetmeme uyarıları dinliyoruz. Oysa mesele, umudu kaybetmek veya kaybetmemekten öte o umudu seçime bağlayıp temel sorgulamaları yine atlamak.
Rejim bu umut dünyasından memnun… Bir defa gayrimemnunların gazını alıyor, sürdürmek zorunda oldukları berbat hayatın sonunun iyi olacağı hayallerini sıcak tutuyor. Diğer taraftan, seçim umuduna bel bağlayanlar oyunu muktedirin koyduğu kurallara göre oynadıklarının farkında değiller.
AKP seçimle geldi, rejim seçimle gitmeyecek. Giderse başta muktedir olmak üzere tüm yetkililer Yüce Divanlık olur, bu kadar net. Üstelik Suriye içsavaşındaki rolleri nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi yargısı her zaman diri bir ihtimal olarak tepelerinde duracaktır.
Rüyadan uyanmakta ve temel soruları biran evvel sormaya başlamakta fayda var”
Muktedirin seçildiği uğursuz 24 Haziran 2018 günü ertesinde yine Ahval’de:
“Bir seçim ve iki oyla faşizmden kurtulunabileceğini sanmak, bu toplumun neden bu raddeye geldiği konusunda olmazsa olmaz tartışma ve hesaplaşmayı ötelemek ve devamlı aynı sorunlarla yaşamaktan başka bir şey değildir.
Bugün bu sonuca inanmak istemeyenler Türkiye’de yerleşen faşizmi doğru okumakta da yetersiz kaldılar. Bunun geçici bir toplumsal olay olduğuna kanaat getirip bir seçimlik canı olduğunu düşündüler. İnsanları mesnetsiz bir beklenti içine sokma sorumsuzluğunu da aldılar. Ruhsal çöküntüde veballeri vardır.
Erdoğan fenomenini ve kurmakla haşır neşir olduğu rejimi anlamlandırmak için kendisi, partisi, yakın çevresi, iş ilişkileri, Türkiye’nin siyasî tarihi, sabık seçkinlerin yaptıkları hatalar, kitabî sınıflandırma ve çözümlemelere ilâveten O’nu ve rejimini destekleyen kitleyi en az bu veriler kadar dikkate almak gerekiyordu, hâlâ gerekiyor.
Erdoğan’ın ‘çoğunluk’, ‘millî irade’, ‘aziz millet’ olarak adlandırdığı kitlesi, liderle birlikte okunduğunda bariz faşist özellikler barındırıyor. Kenetlenmiş bu iri kitle, iktidarı zorla elinde tutuyor.
Bugüne kadar geçerli olan hukuk dışında biçimlenen faşist sistemin hukuksuzluğuna isyan etmekle yetinmek, kepazeliği ironi ve istihza ile karşılamanın hiçbir işe yaramadığı dün gece kanıtlandı. Türkiye’nin güzide hukukçuları yıllardır rejimin icraatının hukuksuzluğuna vurgu yapıyor. Sosyal medyada rejimin her hukuksuz tasarrufu alay konusu oluyor. Dün (24 Haziran seçimi) göz göre göre yapılan usulsüzlükler herkesi isyan ettirdi. E, sonra?
Elbet hukuksuzluklara işaret etmek, yapılan hukuksuz icraatın çetelesini tutmak hayatî önemde. Ama yıllardır usul usul ve elbirliğiyle kabul edilemezi kabul edilir kılan ‘yeni hukuk’ yeterince ciddiye alınmadı. Sonunda reis ve rejimi memleketin başına zorla ve külliyen çöreklendi, memleketin kanaat önderleri hâlâ meleklerin cinsiyetini konuşuyor.
Türkiye’de totalitarizm, 20. yüzyıl başında Almanya, İtalya ve Rusya’da olduğu gibi toplumları altüst eden krizler neticesinde değil bir aralar dünyanın gözbebeği olmaya aday, ekonomisi gelecek vaadeden Avrupa Birliği adayı model ülkeden neşet etti.
Bu tahayyülün tam ne olduğu, özünde neler yattığı, nerelerden beslendiği üzerine kapsamlı tahliller daha yok; artık faşizm derinleşip ortalığı iyice kuşattığında yapılacaktır umarım.
Türkiye’nin Erdoğan meselesi nüfusunun yarısına dönüştü. Bu, temenni, tevekkül, hakaret, ironi ve istihzayla altından kalkılabilecek bir heyula değildir, asil anlamında siyaset ister.
Demokrasi özürlü Türkiye toplumu bunu becerebilecek mi yoksa topyekûn kaz adımına mı geçecek, cevabı biraz da çöküşün şiddetine bağlı olacak.”
Beş yıl sonra 14 Mayıs 2023’te, isterseniz 28 Mayıs deyin, üstelik nezih bir tesadüfle memleketin cumhuriyetinin yüzüncü yılında, geldiğimiz nokta tam burası.
Çöküş her bakımdan şiddetlendi ve seçim sonuçları daha ilk tur sonunda ve özellikle muhalif aday Kılıçdaroğlu’nun hepten aslına rücu etmesiyle, topyekûn kaz adımına geçildiğini gösteriyor.
Kalpçik dolu sahalardan sihalara, F-16 hızıyla…
Memleket, Kürt Siyasî Hareketi ve orta sağ ile orta soldaki birkaç kırıntı dışında faşizmin farklı tonlarında beliren bir dipdalgasıyla allak bullak olmuş durumda. Yeni meclisteki dağılıma bakınca anti-faşist diyebileceğimiz vekil sayısı taş çatlasa 100 civarında.
Diğer deyişle, 14 Mayısta oluşan tablo, sağ-sol, muhafazakâr-ilerici, dindar-seküler ayrışmalarının çok dışında bir mesaj veriyor bize ve dünyaya.
Yakından bakınca, ortaya, Kürt düşmanlığına eklenmiş bulunan göçmen ve mülteci düşmanlığı temeline oturan, bu gruplara düşman olduğu kadar birbirine de düşman, her sorununu şiddetle çözebileceğini düşünen, dünya ile varolan pamuk ipliği ilişkisinde aşağılık kompleksinden bitap düşmüş, gepgeniş bir faşist siyasa çıkıyor.
Bu savsak kara ve beyaz kalabalığa hükmedecek âdem yerli yerinde: Recep Tayyip Erdoğan.
Hazret seçim kargaşası sona erdiğinde yürütmeyi oluşturmak için faşizmin tonları arasında karar vermekte neredeyse zorlanacak. Adını koyarak söylersek, AKP, MHP, BBP, YRP, İYİP, GP, DSP, VP, ZP ile CHP’nin hatırı sayılır bölümü, memleketi yönetme konusunda “kim daha iyi faşist” rekabetine girmiş olacaklar. Bunların seçmenleri, nüfusun yaklaşık yüzde 70’i.
14 Mayıs’tan sonra mesele faşizmin aktörlerinin kimliği değil.
Avrupa kıt’asının doğusunda, Rus tümörüne ilâveten oluşan diğer kallavi tümörün, içeride ve dışarıda ne gibi felâketlere yol açacağı ve nasıl kontrol edileceği.
İçeride, itiraz eden Kürtler ve bir avuç demokratın bekası açısından, dışarıda civar bölge ve daha geniş bir coğrafyanın güvenliği açısından…
Yukarıda ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.