Şunu daha düz bir dille söylemenin başka bir yolu yok: Türkiye’deki seçimlerin sonucu ülkenin siyasi muhalefeti için büyük bir gerilemeyi ifade etmekte.
Görevdeki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı yenmek isteyen “Millet İttifakı” adayı Kemal Kılıçdaroğlu oyların yüzde 45’ini alarak yüzde 49,3 oy alan Erdoğan’ın ardından ikinci oldu. Kılıçdaroğlu ve Erdoğan 28 Mayıs’ta ikinci tur seçimlere katılacak. Yüzde 50 barajını aşan cumhurbaşkanlığını kazanacak.
Kılıçdaroğlu’na oy veren pek çok kişinin anlaşılır bir şekilde morali bozulmuş durumda: Sonuç karşısında şaşkınlık yaşanıyor.
Oysa seçimin Erdoğan’ın nihayet tahttan indirildiği bir fırsat olması gerekiyordu. Ne yazık ki, kimi eleştirmenler bu işte bir bit yeniği olduğunu söylerken, diğerleri henüz her şeyin bitmediğini ve ikinci turda Erdoğan’ı yenmek için hala bir şans olduğunu söylüyor.
Peki, bu sonuç ne kadar bekleniyordu? Kılıçdaroğlu’nun 28 Mayıs’ta Erdoğan’ı yenme şansı nedir?
Bu, kiminle konuştuğunuza bağlı.
Türk siyasetinin medya, akademi ve siyaset dünyasındaki çeşitli gözlemciler aylarca Erdoğan’ın düşüşünün çok yakın olduğunu öngördü. Bu kesinlik, ülkenin ekonomik krizi, deprem etkisi ve Erdoğan’ın derinleşen otoriterleşmesinin bardağı taşıran son damlalar olduğu ve vatandaşları derin hayal kırıklığına uğrattığı şeklindeki aşırı özgüvenli iddialara dayanıyordu.
Dolayısıyla Erdoğan kaybedecekti, kaybetmek zorundaydı.
Öte yandan, daha temkinli gözlemciler, şampanyayı patlatmak için henüz erken olduğunu savunarak, özellikle Türkiye’nin otoriter rejiminin doğasıyla ilgili bazı tuzaklı alanların altını çizdiler.
Fakat bu ikinci grup gözlemciler, duyarsızlıkla “kötümserler” olarak etiketlendiler; görmezden gelindiler.
Türkiye’nin ana akım medyası, saygın akademisyenleri ve politika yorumcuları tarafından yaratılan ve kabartılan sahte coşku seli karşısında seçim gecesi ortaya çıkan gerçek sonuç tam anlamıyla şoke edici oldu.
Analistlerin tahlillerine “beklenti yönetimi” rehberlik etmeliydi, ancak ne yazık ki bu durum analistlerin Kılıçdaroğlu ekibinin amigosu olmalarına yol açmıştı.
Seçimden birkaç gün sonra, ülkenin dört bir yanından, özellikle de seçim bölgelerinden, sonuçların bildirilmesinde yaygın bir hile olabileceğine dair iddialar ortaya çıkmaya başladı.
Bu iddialar doğru olabilir de olmayabilir de ve elbette soruşturulmalı. Bununla birlikte, bu itirazların muhtemelen mahkemelerde takılacağı ve Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) sonuçları her halükarda onaylayacağı da unutulmamalı.
Gerçek oy sayısını hiçbir zaman öğrenemeyebiliriz, ancak bundan daha da önemlisi, Millet İttifakı’nın “kötümser” kampın aylardır uyardığı noktaları dikkate almak ve hafifletmekte tamamen hazırlıksız olduğunu göstermekte.
Sonuçlar şaibeli olsa bile, Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nu yenmesi ve Cumhur İttifakı’nın mecliste çoğunluğu elde etmesi temel sonucu değiştirmiyor. Bu doğru olduğu için değil, YSK tarafından dayatılması muhtemel olduğu için böyle.
Adil olmak gerekirse, hem Erdoğan hem de iktidardaki AKP 2018 seçimlerinden bu yana oy kaybetti, ve aksine Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarihinde 1950’den bu yana en yüksek oy oranını kazandı.
Bunlar önemli ayrıntılar olsa bile, seçmenler için önemli olan 28 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığını kimin kazanacağı.
Şu anda bunun Erdoğan olması daha muhtemel görünüyor.
Kılıçdaroğlu’nun kampanyası son birkaç haftadır sadece ilkelere odaklandı ve “Hak, Hukuk, Adalet!” sloganı etrafında şekillendi. Kılıçdaroğlu ve vekilleri sahnede, ülkeyi Erdoğan’ın adaletsizliğinden kurtarmayı ve sıradan vatandaşlara fayda sağlayan daha adil bir ekonomiyi yeniden inşa etmeyi vaat ettiler.
Bu muhtemelen doğru bir stratejiydi, ancak kimliğin rolünü hafife alıyordu.
Erdoğan’ın neden yüzde 50’ye yakın oy aldığını açıklayan en makul açıklama, yürüttüğü kutuplaştırıcı kampanyaya dayanıyor. Erdoğan kampanya mitinglerinde Kılıçdaroğlu ve CHP’ye verilecek her oyun camilerin kapatılması, eşcinsellerin evlenmesine izin verilmesi ve Türkiye’nin aile değerlerine zarar verilmesi anlamına geleceğini vurguladı.
Dahası, Erdoğan kürsülerden CHP’ye oy vermenin Kürt teröristlerin sokaklara salınmasına yol açacağını haykırdı.
Nihayetinde bu söylemler seçmende yankı bulmuşa benziyor ve Erdoğan’ın ikinci turda cumhurbaşkanlığını kazanması halinde Türkiye’nin siyasi manzarasını aşırı milliyetçilik, homofobi ve Batı karşıtlığı temsil edecek gibi görünüyor.
Kılıçdaroğlu’nun 28 Mayıs’ta Erdoğan’ı yenme şansı varsa, bir muzaffer gibi görünmeli ve davranmalı.
Oysa seçim gecesinden bu yana durum böyle değil. Halkın içinde neredeyse hiç görülmedi. Sonuçlar 15 Mayıs’ın ilk saatlerinde giderek netleşirken, cesaretlenmiş bir Cumhurbaşkanı Erdoğan Ankara’daki parti genel merkezinin balkonuna çıktı ve binlerce destekçisine seslendi.
Birkaç dakika sonra Millet İttifakı’nın altı lideri ise sadece gazetecilerin bulunduğu kapalı bir salonda sahneye çıktı ve seçim sonuçlarının yanlış aktarıldığından yakındı. Kılıçdaroğlu’nu destekleyenler haklı olarak hayal kırıklığına uğradılar.
Hepsi de özgür ve adil bir seçimin gerçekleşmesini engelleyecek ciddi zorlukların varlığının farkında.
Umutsuzca cevaplanmasını istedikleri soru ise şu: Kılıçdaroğlu ve ittifakı bu konuda ne yapacak? Bu konuda şikayet etmek seçmenleri tatmin etmeyeceği gibi, iki haftadan kısa bir süre içinde Erdoğan’ın kazanmasından korktukları sonucu da değiştirmeyecektir.
Kazanmayı düşünmek bile istiyorlarsa CHP liderliğinin ciddi bir strateji değişikliğine gitmesi gerekiyor.
Öte yandan, Erdoğan 28 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığını kazanırsa, ülkeyi beş yıl daha yönetecek. Ayrıca parlamento çoğunluğuna da sahip olacak ve şimdi pek çok kişi bu fırsatı demokrasinin kalan kalıntılarını da ortadan kaldırmak için kullanacağından korkuyor.
Erdoğan’ı yüksek sesle eleştiren gazeteciler, bağımsız medya kuruluşları ve akademisyenler, özgürlüklerin neredeyse tamamen yok edildiği bir ülkede artık nefes alacak alanlarının kalmayacağından korkuyorlar.
Kılıçdaroğlu kaybederse, CHP genel başkanlığından istifa etmesi için büyük bir baskı oluşacak. Bu gerçekleşirse, Millet İttifakı’nın kampanyasının can damarı olduğu tartışmasız olan İstanbul’un karizmatik belediye başkanı, Atatürk’ün partisinin bir sonraki lideri olmak için iyi bir konuma sahip.
Ancak, hakkında açılan bir dava nedeniyle siyasi yasaklı hale gelebilir. Siyasi haklarını kaybetmesinin yanı sıra Erdoğan, 2019 yerel seçimlerinde ülkenin en büyük şehrini kaybettiğinden beri uzun zamandır istediği İstanbul’a seçilmemiş bir kayyım belediye başkanı atayabilir.
Türkiye’yi, ve onun cesur ama kuşatılmış vatandaşlarını zor günler bekliyor.
Bu yazı, National Interest sitesinden çevrilerek aktarıldı.