Mayıs ayında yaşadığımız iki önemli seçim üzerine önceki haftalarda iki yazı yazdım.
İlki, sayın Erdoğan’ın Anayasa’ya aykırı biçimde üçüncü kez adaylığına – yorgun ve yıpranmış olduğunu varsayarak – muhalefetin yeşil ışık yakmış olmasının kaçınılmaz sonuçlarına ilişkindi.
İkincisi de, aday belirleme sürecindeki yol ve yöntemlerinin yanlışlığına..
Bugün, itiraz hakkını kullanmamanın da, partili cumhurbaşkanına karşı çıkarken başka bir parti başkanını aday göstermenin yanlışlığını da bir yana koyarak, süreçte yaşanan diğer bazı hatalara değinmek istiyorum.
6 siyasi parti (CHP, İYİ, DP, Saadet, Gelecek ve Deva Partileri) bir yılı aşkın mesai ortaklığı yaptılar. Kuşkusuz, 6 farklı partinin, yürütme erkini tek başına cumhurbaşkanına veren bugünkü anayasal sisteme karşı çıkması ve bu alanda işbirliği yapması anlamlı ve değerliydi.
Nitekim kamuoyu da bu işbirliğini baştan beri önemsedi ve ilgiyle izledi.
Ancak, Millet İttifakı adıyla toplanan bu partiler, uzayıp giden toplantılar sonrası ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ dışında, akılda kalan yeni siyasal öneriler ve gündemler yaratmayı başaramadı. Toplantılar, ‘teknik – bürokratik’ bir masa çalışması görüntüsü aldı.
Oysa yapılması gereken, bu partilerin -tüzel ve siyasal farklılıklarını koruyarak– sistemi değiştirecek anayasa değişikliğinin temel ilkelerini açıklamak ve bu değişimi kolaylaştıracak bir ismi ortak cumhurbaşkanı adayı olarak kamuoyuna sunmaktan ibaretti.
Bu temel ilkeleri ve ortak adayı sunarken, partilerin kendi varlık ve kimliklerini korumaları, özgün söylemleriyle farklı kitlelere yönelmeleri son derece önemli ve gerekliydi. Farklı partilerin ve onların çevresinde toplanan farklı kitlelerinin aynı ilkeleri ve aynı aday ismini telaffuzu, etkisi gittikçe büyüyen, çoğalan bir sinerji oluşmasına yol açabilirdi.
2014’den bu yana, muhalefetin oy oranı %47-48’lerde olduğuna göre, bu seçimde hedef, iktidar blokundan 3-5 puanlık bir oy kitlesinin desteğini kazanmak, oranı 50’nin üstüne taşımaktı.
Bunun için Saadet, Deva ve Gelecek Partileri ayrı ayrı, yahut ikisi veya üçü birlikte seçime katılabilir ve iktidar blokundan ayrılma eğilimi taşıyan kitlelere hem yeni ve hem de tanıdık siyasi adresler bulma imkanı verebilirdi.
Nitekim, iktidarın blokunun –kendine verdiği isimle– Cumhur İttifakında, böyle bir yöntem izlendi. AKP, MHP, BBP ve Yeniden Refah Partileri (YRP) aynı çatı altında , fakat kendi ad ve işaretleriyle seçime girdiler. Böylelikle AKP’den kopanlar için yeni ve tanıdık adresler oluşturulduğu gibi, yaşananlardan tedirgin olan potansiyel İYİP seçmenleri de geriye dönüş için tanıdık adresler buldular.
Muhalefet cephesinde bunun tam tersi bir yol izlendi.
İktidar blokundan oy alabilme istidadı olan üç parti, birlikte yahut kendi adlarıyla seçime girmek yerine, CHP listelerinde yer almayı seçtiler. Böylelikle, iktidardan kopma eğilimi taşıyan oy kitlelerine, oy vermeleri en zor olan adresi gösterdiler.
Bu ortak liste tercihi, muhalefetin fazla milletvekili çıkarması ve Meclis’te çoğunluğu elde etmesi amacından çok, Masa Partileri arasında bir süredir sürdürülmekte olan örtülü pazarlıkların sonucu olduğu izlenimi bıraktı.
Seçime girmek yerine adaylarını CHP listelerinden seçtirmek sözü alan partiler, adaylık tartışmasında CHP Genel Başkanının destekçileri olarak bu izlenimi pekiştirdi. Sayın Kılıçdaroğlu’nun adaylığının ısrarlı destekçilerinden DP bile, kendisine siyaseten daha yakın sayılabilecek olan İYİ Parti listelerinde değil, CHP listelerinde yer aldı.
Bu pazarlıkların dışında kalan sayın Akşener’in itirazları sonuca etkili olmadı. Pazarlıkları aleniyete vuran öfkeli çıkışından sonra, sözde uzlaşma formülü olarak, beş siyasi parti genel başkanının yanı sıra iki belediye başkanı da cumhurbaşkanı yardımcısı adayları olarak ilan edildi.
Böylelikle, muhalefetin adayı, yedi yardımcısı ve adaylığını destekleyen partilere CHP seçmeninin sırtından dağıttığı milletvekilliği kontenjanlarıyla, fanatik taraftarlarının dışında sade seçmende, ödünlere açık bir görüntü yarattı. Vitrine yedi müstakbel yardımcının yerleştirilmesi de, cumhurbaşkanı adayının hareket alanını kısıtlayan ve yeterliliğini sorgulatan bir vesayet organı gibi takdime ve gereksiz polemiklere yol açan bir acemilikti.
Tam bu eşikte, HDP’nin aday çıkarmayacağını ve sayın Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini açıklaması başka tartışma ve suçlamaların gündeme gelmesine fırsat verdi.
HDP’nin desteği olumlu, yararlı, hatta belki yeterli olabilirdi; bazı sözcülerin kapalı kapılar arkasında konuşulanlar iması, Öcalan’a özgürlük vaatleri gibi densizlikler olmasa, daha da önemlisi Kandildeki PKK sözcüleri HDP’den rol kapmaya kalkmasa ve sözde iktidar aleyhine –gerçekte kimin lehine olduğu belirsiz– açıklamalarla sürece gölge düşürmeseydi.. PKK şaşırtmadı, her zamanki işlevini yerine getirdi. (Bu konuyu gelecek yazıda biraz açmaya çalışacağım).
Aslında ilk turda doğru olan, 6’lı Masa dışında ayrı bir muhalefet bloku oluşturan HDP (Yeşil Sol) ve bileşenlerinin seçime ayrı bir adayla katılmasıydı. Bu takdirde, ilk turda önde çıkan iki adayın her biri, ikinci turda HDP adayına gidecek, onu destekleyen kitleyi tümüyle kaybetmemek için de, ilk ve ikinci turlarda taraflar daha ölçülü ve birleştirici dil kullanmak zorunda olacaklardı.
Sokaktaki sade yurttaşın gördüğü bu akıl yolu, Ankara siyasetçilerinin kılavuzluğunda çıkışı belirsiz bir labirente dönüştü. İyi düşünülmemiş yol haritası beklentilerin tersine sonuç verdi.
İlk turda, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklemek karşılığında listelere yerleşen partilerin CHP’ye dişe dokunur katkısı olmadı. CHP’nin oyu geleneksel oranında (%25) kalırken, bu partiler seçime girmeden 40’dan fazla milletvekili alıp evlerine gittiler. CHP geçen dönem milletvekili sayısının altında ve Millet İttifakı TBMM’de azınlıkta kaldı.
İkinci tura giderken yaşanan telaş ve acemilikler, muhalefet saflarında birinci turda kazanma hayalinin oldukça yüksek olduğunun işaretiydi. İlk turda kazanamamak, hele de ikinci sırada kalmak belirgin bir şok etkisi yaratmıştı. Galiba üzerinde düşünülmüş bir ‘B’ planı da yoktu.
Milliyetçi bir adayda toplanan tepkisel ve siyasi yönelimleri belirsiz bir kısım oyları almak için sayın Kılıçdaroğlu bu kez, ilk turda sergilediği çizgiyle çelişkili, daha radikal bir söyleme savruldu. Zafer Partisiyle yapılan mutabakat, getirdiği oydan fazlasını götürdü. Özellikle doğu ve güney doğuda katılımın düşmesi bu yeni tutumun bedeli oldu.
Sonuçta, bunca ekonomik sorun, toplumsal gerilim, pahalılık, partizanlık, haksızlık, hukuksuzluk ortamında, muhalefet 3. kez kaybetmeyi başardı.
Yorulmuş ve yıpranmış bir iktidarın bu koşullarda iş başında kalabilmesi için, muhalefetin vahim hatalar yapması gerekiyordu ve muhalefet, olağan akla aykırı bu vahim hataların hemen hepsini yaptı.
Muhalefetin yeterli olmadığı yerde, demokrasiyi sürekli kılmak zor, hatta imkansız gibidir.